İÇİNDEKİLER:
I. Kadın Hakları, İnsan Haklarıdır
II. BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesi
1. Sözleşme’nin Hazırlanışı ve Yürürlüğe Girişi
2. Sözleşme’nin Amacı ve İçeriği
3. Türkiye Cumhuriyeti’nin Sözleşme’ye Katılması
a) Katılma Prosedürü
aa) Uluslararası Hukuk Bakımından
bb) İç Hukuk Bakımından
Türkiye’nin Sözleşme’ye Koyduğu Çekinceler
aa) Çekince Konulan Maddeler ve Çekince
Konulmasının Gerekçeleri
bb) Çekincelerin Kaldırılması
Sözleşme’nin Ülkemizde Yürürlüğe Girmesinden
Sonra Görülen Gelişmeler
III. Ek İhtiyari Protokol
Bu yazıda*, Kadınların İnsan Hakları Bildirisi olarak anılan Türkiye’nin 1985 yılından itibaren taraf olduğu Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (Convention on Elimination of all Forms of Discrimination against Women1- kısaca Sözleşme) ile Sözleşme’nin taraf devletlerce fiili olarak yaşama geçirilmesinin etkin denetimi için hazırlanan ve 6 Ekim 1999 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca kabul edilerek 10 Aralık 1999 tarihinde ülkelerin onayına sunulan olan Ek İhtiyari Protokol (Optional Protocol) ele alınacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nce 2001 yılında imzalanan ve 2002 yılında da onaylanan Ek Protokol ülkemiz açısından yürürlüğe girmiştir.
Sözleşme’nin hazırlanış süreci ve amacı, Sözleşme’de yer alan hükümler, bu hükümlerin ülkemizde ne derece yaşama geçirilmiş olduğu, çekincelerin konulması ve kaldırılması incelenmeden önce, hareket noktası insan hakları olan kadın hakları2 kavramına kısaca değinilmesi kanımca böyle bir Sözleşme’ye neden gereksinim duyulmuş olduğuna açıklık getirecektir.
I. Kadın Hakları, İnsan Haklarıdır3
Herkesin doğuştan sahip olduğu temel hak ve özgürlükleri ifade eden insan hakları kavramı, zamanımızda özel bir önem ve değer kazanmıştır. Çağdaş demokratik hukuk devletlerinde yasalar önünde eşitlik, düşünce özgürlüğü, tüm yurttaşlara seçme ve seçilme hakkı tanınması, eşit işe eşit ücret ilkesinin uygulanması; eğitimde, sağlıkta ve çalışma alanında, ekonomik ve sosyal yaşamda her türlü ayrımcılığın önlenmesi insan haklarına saygının temel göstergesi olmuştur. Bu bakımdan, bir ülkede insan haklarına gösterilen saygı, o ülkenin uygarlık düzeyinin ve demokratikleşmesinin ölçütü durumuna gelmiştir. Bütün uluslararası insan hakları belgelerinde, tüm insanların onur ve haklar bakımından eşit ve özgür doğdukları, herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklere hiçbir ayrım gözetilmeksizin fırsat eşitliği çerçevesinde sahip olduğu ve cinsiyete dayalı ayrımcılığın kabul edilmezliği ilkeleri benimsenmiştir.4
Ancak tarihsel süreç içinde bakıldığında, hakların varlığıyla kullanımı arasında her zaman kadınlar aleyhine belirgin bir ayrım olduğu görülmekte ve bu ayrımcılık günümüzde de değişik alanlarda ve boyutlarda devam etmektedir. Aslında bir ülkede eğitimde, sağlıkta, ekonomide, sosyal, kültürel veya siyasal yaşamda var olan sorunlar, o ülkede kadın erkek herkesi etkilemektedir. Ama istatistiklere bakıldığında, kadınların bu sorunlardan daha yüksek oranlarda olumsuz olarak etkilendiği açık seçik görülmektedir. Örneğin, dünyada gelişmemiş ülkelerde bugün bile halen okuryazar olmayan çok sayıda insan mevcuttur, okuryazar olmayan 948 Milyon kişinin 600 Milyonu kadındır. Ülkemizde de okuryazar olmayan kadınların oranı erkeklere nazaran daha fazladır, 1990 verilerine göre erkeklerde bu oran % 10.1 iken okuryazar olmayan kadın oranı % 28.7 olup yaklaşık üç katıdır. Siyasal yaşam, ülkemizde ve dünyanın birçok ülkesinde kadın erkek eşitsizliğinin en belirgin görüldüğü alandır. 1934′den bu yana seçme ve seçilme hakkında yasal eşitlik olduğu halde, 3 Kasım 2002 seçimleri sonucu TBMM’ne seçilen 550 milletvekilinin sadece 23′ü kadındır. Ulusal, bölgesel ve global istatistiklere bakıldığında, gelişmiş ülkelerde kadınların ülkenin kalkınmasına daha etkin katıldığı ve kalkınmanın getirdiği kazanımların daha hakça paylaşıldığı görülmektedir. Bununla beraber, günümüzde gelişmiş toplumlarda bile bazı alanlarda kadınların eşitsiz konumu sürmektedir. Kadın ile erkek arasındaki biyolojik farklılık zamanla giderek toplumsal farklılığa dönüştürülüp cinslerarası eşitsizliğin meşru gerekçesi yapılmış ve böylece erkeğin kadına nazaran üstün konumda olduğu düşüncesi egemen olmuştur. Ataerkil anlayışın, hukuk kuralları, din, gelenek, örf ve adetle daha da yerleşmiş olduğu gözönünde tutulduğunda, bugün gelinen noktada bu görüşün demokratik hukuk devletlerinde evrensel bir değer olarak kabul edilen, korunup geliştirilmesi amaçlanan “insan hakları” kavramına, “eşitlik ve ayrımcılık yasağı” ilkelerine açıkça aykırı olduğu görülmektedir.
İnsan hakları ve temel özgürlüklerden yararlanmada ve hakları kullanmada kadın erkek eşitliğinin sağlanması, cinsiyete dayalı ayrımcılığın kaldırılması için yapılan bilimsel ve eylemsel çalışmalar yoğun bir şekilde devam etmektedir. Çünkü, bir ülkede bu yolda yapılan çalışmalar, aynı zamanda o ülkede demokratikleşme için sarfedilen çabalara katkıda bulunmak anlamına gelmektedir.
Bu nedenle, özellikle 1970′li yıllardan itibaren uluslararası ve ulusal alanda en yoğun tartışma konularından birisini kadın sorunları, kadın hakları oluşturmaktadır. İşte kadınlara karşı toplumsal, hukuksal, ekonomik, siyasal, kültürel ve diğer alanlarda var olan ayrımcılığın kaldırılmasını sağlamak üzere, dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınların uluslararası düzeyde kararlı bir şekilde yürüttükleri çözüm arayışları, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin kabulü ile çok önemli bir noktaya ulaşmıştır.
Birleşmiş Milletlerce ilkin 1975 yılında Mexico City’de, sonra 1980 de Kopenhag’da, 1985 de Nairobi’de ve 1995 de Pekin’de toplanan Dünya Kadın Konferansları’nda “Eşitlik, Kalkınma ve Barış” konularında uluslararası düzeyde kararlar alınmış, önemli saptamalar yapılarak, stratejiler, hedefler belirlenmiş ve üye ülkelere ulusal alanda bu çalışmaları yaygınlaştırmaları önerilmiştir. 1993 yılında toplanan BM İnsan Hakları Konferansında kabul edilen Viyana Deklarasyonu ve Eylem Programında “kalkınma dahil, medeni, kültürel, ekonomik, siyasal ve sosyal bütün insan haklarının evrensel, bölünemez, birbirine bağlı ve birbirleriyle ilgili olduğu; kadınların ve kız çocukların haklarının evrensel insan haklarının vazgeçilmez, bütünleşmiş ve bölünemez bir parçası olduğu” önemle teyit edilmiştir.5 1995 tarihinde toplanan 4. Dünya Kadın Konferansında 185 ülkenin kabul ettiği ve ülkemizin de çekincesiz olarak imzaladığı Pekin Deklarasyonu’nun 14. maddesinde “kadın hakları, insan haklarıdır” hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi, uluslararası insan hakları belgelerinde, kadın haklarının evrensel insan haklarının vazgeçilmez, bütünleşmiş ve bölünemez bir parçası olduğu önemle vurgulanmaktadır. Bu nedenle, yasalarda ve yaşamda bugün bile var olmakta devam eden kadınlara karşı ayrımcılığın kaldırılması amacıyla yapılan çalışmalar, günümüzde insan haklarının korunup geliştirilmesi açısından olduğu gibi aynı zamanda çoğulcu, katılımcı demokrasi anlayışı açısından da büyük önem taşımaktadır.
II. BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesi
1. Sözleşme’nin Hazırlanışı ve Yürürlüğe Girişi
Kadınların 1789 Fransız Devrimiyle başlayan erkeklerle eşit haklara sahip olma mücadelesi, ancak 20. yüzyılda gerçek kimliğini bulmuştur. II. Dünya Savaşı sonrasında ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda görülen değişim sonucu, her türlü eşitsizliğe karşı olma, uluslararası barışı savunma, topyekun kalkınma gibi evrensel değerler önem kazanmıştır. Bu değerlerin korunması ve geliştirilmesi amacıyla kurulan uluslararası örgütlerin en geniş katılımlısı 1945 yılında kurulan Birleşmiş Milletler Teşkilâtıdır.
Birleşmiş Milletler’in kuruluşunu takiben ana organlarından biri olan Ekonomik ve Sosyal Konsey’e bağlı olarak 1946 yılında kurulan Kadının Statüsü Komisyonu kadın erkek eşitliğinin sağlanması yolunda kararlı çalışmalar yapmış ve yapmakta olup kadınların toplumdaki statüsünün yükseltilmesinde önemli aşamalar kaydedilmesine katkıda bulunmuştur.
Kadınların yaşamın her alanında kalkınmaya katılımını ve kalkınmadan eşit pay almasını sağlamak üzere raporlar hazırlamak ve üye devletlere bu yolda önerilerde bulunmak, kadın hakları açısından acil çözüm bekleyen sorunlar konusunda tavsiye kararları çıkarmak Kadının Statüsü Komisyonu’nun başlıca görevleridir. Komisyon’un Birleşmiş Milletler tarafından 1948 yılında üye ülkelerin onayına sunulan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin cinsiyet ayrımı yapılmaksızın kaleme alınmasında önemli rolü olmuştur.6
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, kadınların yüzyıllar boyu uğradıkları haksızlıklar gözönünde tutularak, cinsiyete dayalı eşitsizliğe karşı bilincin oluşumunda önemli bir yer tutmuş ve kadın haklarına yönelik çalışmaların hareket noktasını oluşturmuştur. Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komisyonu’nun 1970′li yılların başında kadınların sorunlarına evrensel çözümler getirmek amacıyla kadının statüsü ve sorunlarını tesbit etmek üzere yaptığı çalışmalarda, tüm üye ülkelerde kadınlara karşı ayrımcılığın farklı boyut ve görünümlerde devam ettiği sonucu ortaya çıkmıştır. Ayrımcılığın giderilmesi ve böylece kadın ile erkek arasında eşit haklara sahip olma ilkesinin yaşama geçirilmesi amacıyla dünya kadınlarının elele vererek etkin çalışmalar yapmasını sağlamak üzere 1972 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 3010 sayılı kararıyla “1975 Yılı Uluslararası Kadınlar Yılı” olarak kabul edilmiştir.7 Birleşmiş Milletler tarafından 1975 yılının Kadın Yılı olarak ilân edilmesi, kadın konusunun tüm dünya ülkelerinde odak noktası haline gelmesine yol açmıştır.
1975 yılında Mexico City’de toplanan birinci Dünya Kadın Konferansında “Kadının Eşitlik, Kalkınma ve Barışa Katkıları Meksika Deklarasyonu” ile “Uluslararası Kadın Yılının Hedeflerinin Gerçekleştirilmesi İçin Dünya Eylem Planı” kabul edilmiştir. Konferansta, 1985 yılına kadar “Eşitlik, Kalkınma ve Barış İçin BM Kadınlar On Yılı” ilân edilerek, bu on yıl içinde kaydedilen gelişmelerin izlenip gözden geçirileceği ikinci dünya kadın konferansının toplanmasına karar verilmiştir. Mexico City’de ayrıca bir Kadın Hakları Bildirgesi hazırlanması konusunda acil çağrı yapılmıştır.
Bu çağrı üzerine, Kadının Statüsü Komisyonu tarafından Birleşmiş Milletlere üye ülkelerde kadın erkek eşitliğini sağlamak amacıyla hareket noktası “her türlü ayrımcılığın kaldırılması” olan “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” hazırlanmıştır. Sözleşme, kadının statüsünün yükseltilmesine ve cinslerarası eşitliği sağlamaya yönelik özenle ve en ayrıntılı şekilde hazırlanmış olan uluslararası belge niteliğini taşımaktadır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 18 Aralık 1979 tarih ve 34/180 sayılı önergeyle kabul edilen Sözleşme, 1 Mart 1980 tarihinde üye ülkelerin imzasına açılmış ve 27. maddesinde yer alan “işbu Sözleşme 20. onaylama veya katılım belgesinin Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine verilmesini izleyen 30 uncu gün yürürlüğe girer” hükmü gereğince 3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe girmiştir.8
Sözleşme’ye (17 Temmuz 1980 tarihinde) ilk imza koyan ülkelerden sadece Afganistan ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Sözleşme’yi henüz onaylamamışlardır.9
Haziran 2002 tarihi itibariyle 170 ülkenin onaylamış ve 4 ülkenin imzalamış olduğu Sözleşme en geniş katılımlı uluslararası belgedir. Ancak, Sözleşme’nin aynı zamanda en fazla çekince konulmuş olan uluslararası belge niteliğini taşıması dikkat çekicidir. Taraf ülkelerden ülkemiz de dahil olmak üzere yaklaşık dörtte biri – 46 ülke- bir kısmı daha sonra çekinceleri kaldırmışlarsa da, başlangıçta Sözleşme’yi çekince koyarak onaylamışlardır. Bu da göstermektedir ki, tarih boyunca varolmuş ve halen devam etmekte olan cinsiyete dayalı eşitsizliğin 30-40 yılda ortadan kaldırılması bu yolda kararlı politikalar izlense bile kolay olamayacaktır. Bir ülkede demokratikleşmenin yaşama geçirilmesi ile o ülkede kadın erkek eşitliğinin sağlanması doğru orantılıdır. Bu nedenle demokrasinin tam yerleşmiş olduğu kalkınmış toplumlarda kadın erkek eşitliği de önemli ölçüde yaşama geçirilmiş ve listede10 görüldüğü gibi Sözleşme sadece o ülkelerde çekincesiz olarak onaylanmıştır, yoksa zaman zaman “Sözleşme’ye çekince koyarak katılan tek ülkenin Türkiye olduğu” şeklindeki yapılan açıklamalar gerçek durumu yansıtmamaktadır.11
Sözleşme’nin amacına ve içeriğine kısaca değindikten sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nin katılması, çekinceler konusu ve ülkemizin Sözleşme’yi ne ölçüde yaşama geçirmiş olduğu ele alınacaktır.
2. Sözleşme’nin Amacı ve İçeriği
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nde “kadınlara karşı ayrım” kavramına açık bir tanım getirildikten sonra, her türlü ayrımcılığın kaldırılması amacıyla ve kadın erkek eşitliğinin sağlanması hedefine ulaşılıncaya kadar taraf devletlere bu yolda kararlı eşitlik politikaları izlemeleri önerilmektedir. Sözleşme’nin birinci maddesinde yer alan tanıma göre :
“kadınların medeni durumlarına bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni ya da öteki alanlardaki insan haklarının ve temel özgürlüklerin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran ya da bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayrım, dışlama ve sınırlama”
bu Sözleşme hükümleri açısından kadınlara karşı ayrım sayılmaktadır.
Sözleşme’de “kadınlara karşı ayrım” tanımına ayrıntılı bir şekilde yer verildikten sonra, bu ayrımcılığın kaldırılması için özellikle siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel olmak üzere bütün alanlarda kadının tam gelişmesini ve ilerlemesini sağlamak, insan hakları ve temel özgürlüklerden erkeklerle eşit olarak yararlanmalarını ve bu hakları fırsat eşitliği çerçevesinde kullanmalarını güvence altına almak amacıyla, taraf devletlerce yasal düzenleme dahil, bütün uygun önlemlerin alınması önerilmektedir (md.3).
Görüldüğü gibi, Sözleşmenin hareket noktası kadın ile erkek arasında yaşamın her alanında var olan “ayrımcılığın kaldırılması”dır.
Sözleşme’nin bu hükümleriyle, eşitliğe aykırı olan tüm yasaların kaldırılması; eşitliğin yaptırımcı uygulamalarla sağlanması ve cinslerin birbirine üstünlüğü veya ikincilliği üzerine kurulmuş tüm gelenek, görenek, örf ve adetin ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır.
Sözleşme’nin 4. maddesinde; kadın erkek eşitliğini olgusal olarak (de facto) sağlamak eşitliğin yerleştirilmesini hızlandırmak amacıyla uygulamada taraf devletlerce alınacak “geçici ve özel önlemlerin” bu Sözleşme’de belirtilen cinsten bir ayrım olarak düşünülmeyeceği kabul edilmiştir. Amaç sadece yasal eşitlik değil, bu eşit yasal hakların kullanılabilmesine olanak verecek olan fırsat eşitliği politikaları uygulamaktır. Bunu sağlayacak yol ise, kadınların eşitsiz konumda olmalarına yol açan çok uzun geçmişi olan adaletsizlikleri (olumsuz ayrımcılığı) ortadan kaldırıncaya kadar olumlu ayrımcılık politikaları uygulamaktır. Olumlu ayrımcılık, özellikle kadınların belirgin bir biçimde geri bırakıldığı alanlara girebilmeleri için bir eşik oluşturmak, örneğin kota koymaktır. Kotalar belli meslek, eğitim kurumları, iş kademeleri veya karar mekanizmaları ya da siyasi partilere eşit olarak katılımı gerçekleştirmek için konulabilir.12 Sözleşme’nin 4. maddesinde yer alan hükümde, taraf devletlerce cinslerarası olgusal eşitlik sağlanıncaya kadar kullanılması önerilen geçici ve özel önlemlere, fırsat eşitliği ve olgusal eşitlik amaçlarına ulaşıldığı zaman son verileceği belirtilmiştir.
Taraf devletler, Sözleşme’nin uygulanmasındaki gelişmeleri izlemekle görevli olan Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Kaldırılması Komitesi’ne (md.17) Sözleşme hükümlerine etkinlik kazandırmak ve kaydedilen ilerlemeleri açıklamak amacıyla aldıkları yasal, idari, adli ve diğer önlemlere ilişkin raporu her dört yılda bir sunarlar (md.18). Komite’nin çalışmalarına ilişkin Sözleşme’nin 20.maddesinin 1. fıkrasında değişiklik yapılmadan önce, Komite’nin her yıl iki hafta süre ile toplanarak ülke raporlarını incelemesi öngörülmüştü. Ancak iş yükünün ağırlığı nedeniyle bu sürenin yeterli olamayışı karşında sürenin uzatılması için sözkonusu madde, “Komite her yıl toplanır” şeklinde değiştirilmiştir.13 Sözleşme açısından Komite, gerçek anlamda bir denetim mekanizması olmayıp, işlevi taraf ülkelerin dört yılda bir sunmak zorunda oldukları periyodik ülke raporlarını izlemek ve genel tavsiye kararları oluşturmak ve aynı zamanda üye ülkelerin kadın erkek eşitliğini gerçekleştirmeleri için harekete geçmelerinde itici güç görevini görmektedir. Örneğin Komite, Sözleşme’yi çekince koyarak onaylayan ülkelerin bu çekinceleri kaldırabilmeleri için gerekli yasal ve idari düzenlemeleri yapmaları konusundaki genel tavsiye kararlarını üye ülkelere bildirmektedir. Sözleşme’nin taraf ülkelerce yaşama geçirilmesinin etkin denetimi için hazırlanan ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca 6 Ekim 1999 tarihinde kabul edilen Sözleşme’ye Ek İhtiyari Protokolde Komite’ye daha kapsamlı yetki ve görevler verilmiştir. Sözleşme’nin kabulünün 20. yılında imzaya açılmış olan Ek İhtiyari Protokol’a ileride değineceğiz.
3. Türkiye Cumhuriyeti’nin Sözleşme’ye Katılması
a) Katılma Prosedürü
Uluslararası bir sözleşmenin hüküm doğurabilmesi için, yürürlüğe girmesinde gerekli olan işlemlerin tamamlanması gerekir. Bu işlemler iki düzeyde sözkonusu olmaktadır: aa) Sözleşmenin uluslararası hukuk düzeyinde yürürlüğe girmesi bakımından; bb) Sözleşmenin iç hukukta yürürlüğe girmesi bakımından.
aa) Uluslararası Hukuk Bakımından
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşme’nin 25. maddesinde,14 uluslararası hukuk bakımından bir devleti bağlayıcı nitelik kazanabilmesi için, sözkonusu devletin Sözleşme’yi onaylaması veya katılması ve bu onay veya katılım belgesini depozitör olarak atanan Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine tevdi etmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu nedenle Sözleşme’ye taraf olmak için, Sözleşme’nin “dikkate alınacağı, aykırı tutumlarda bulunmaktan sakınılacağı, ama taahhüt altına girmek istenmediği anlamına gelen” imzalanması yetmemekte, onaylanması veya daha sonra katılma işleminin tamamlanması ve onay veya katılım belgesinin Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine tevdi edilmesi gerekmektedir (md. 25 / 3-4).Bir devletin onay veya katılma belgesini BM Genel Sekreterine tevdiinden sonraki 30. gün Sözleşme o devlet için yürürlüğe girer.15
Türkiye Cumhuriyeti, iç hukuk açısından aşağıda (“bb”de) açıklanan prosedürü tamamladıktan sonra, Sözleşme’ye katılma belgesini 20 Aralık 1985 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine tevdi etmiştir. Böylece Sözleşme uluslararası hukuk açısından 27. maddenin 2. fıkrası gereğince katılma belgesinin tevdi tarihinden sonraki 30. gün olan 19 Ocak 1986 tarihinde ülkemizde yürürlüğe girmiştir. Katılma belgesi 20 Aralık 1985 tarihinde tevdi edilirken Sözleşme’nin 9. maddesinin 1. fıkrasına; 15. maddesinin 2. ve 4. fıkralarına; 16. maddesinin 1. fıkrasının c, d, f, g bentlerine ve ayrıca 29. maddesinin 1. fıkrasına çekince konulduğu bildirilmiştir. Ancak konulan çekincelerin 28. maddenin “Sözleşme’nin hedef ve amacına uymayan hiçbir çekinceye müsaade edilmeyeceği…” hükmüne ne derece uygun olup olmadığı hususu tartışılabilir. Özellikle evli kadınla ilgili olan çekinceler (örneğin md. 16/1-c,d,f,g), Sözleşme’de yer alan “kadınlara karşı ayrım” tanımı (md.1) göz önünde tutulduğunda, bu Sözleşme açısından kadınların medeni durumları bakımından ayrımcılığın devam ettirilmesi anlamına gelmekte ve Sözleşme’nin amaç ve hedefine aykırı çekince konulmasına izin vermeyen 28. maddesiyle bağdaşmamaktadır. Çekincelerin iç hukuk açısından geçerliliği hususuna aşağıda değineceğiz.
Birleşmiş Genel Sekreteri, bir ülke tarafından onaylama veya katılma sırasında bildirilen çekincelerin metinlerini bütün taraf devletlere ileteceği gibi, çekincelerin kaldırılmasına ilişkin bilgileri de taraf devletlere ulaştıracaktır (md. 28/1).
Türk Hükümeti tarafından Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine 20 Aralık 1985 tarihinde Sözleşme’ye katılma belgesi tevdi edilirken konulmuş olan çekincelerden md. 15 / 2-4 ve md. 16/1-c, d, f, g üzerindekiler 29 Haziran 1999 tarihinde kaldırılmıştır.16 Çekincelerin kaldırıldığına ilişkin yazı Dışişleri Bakanlığı’nca 29 Haziran 1999 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine gönderilmiştir. Söz konusu yazıda, Sözleşme’nin vatandaşlık konusundaki 9/1. maddesine bulunulmuş olan beyanın ve uluslararası tahkim ve Adalet Divanı’nın yargı yetkisinin tanınması konusundaki 29/1. maddesinin üzerindeki çekincenin devam ettiği teyid edilmiştir.
bb) İç Hukuk Bakımından
Bir uluslararası sözleşmenin iç hukukumuz bakımından hüküm doğurabilmesi, Anayasamızın 90. maddesinde17 belirtildiği gibi, sözleşmenin onaylanmasının veya katılımın bir kanunla uygun bulunmasına; sonra bu kanun uyarınca Bakanlar Kurulu 18 tarafından sözleşmenin onaylanmasına ilişkin karar alınması; Cumhurbaşkanı’nca imzalanan (Anayasa md. 104/2 a) bu kararın Sözleşmenin Türkçe ve hazırlanmış olduğu yabancı dildeki tam metni ve konulmuşsa çekincelerle birlikte Resmi Gazetede yayınlanması işleminin tamamlanmasına bağlıdır. Uluslararası sözleşmeler usulüne göre onaylanmakla yasa niteliğini kazanır ve yasa gibi uygulanır; bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamaz (Anayasa md. 90/5). 1969 tarihli Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin Pacta Sund Servanda (ahde vefa) başlığını taşıyan 26. maddesinde bu husus açıkça belirtilerek: “Yürürlükteki bir andlaşma tarafları bağlar ve onlarca iyi niyetle uygulanmak zorundadır” denilmektedir.
Yukarıda uluslararası sözleşmelerin iç hukuk açısından yürürlüğü konusunda özetle değinilen bilgiler gözönünde tutularak Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin yürürlüğe girişi sürecine baktığımızda;
– Sözleşme’ye katılmanın uygun bulunmasına dair Kanun’un çıkarıldığı,
– Bakanlar Kurulu Kararıyla sözkonusu Kanun uyarınca katılmanın onaylandığı,
– Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla Bakanlar Kurulu Kararının ve Sözleşmenin Türkçe ve İngilizce metinleriyle birlikte Resmi Gazetede yayınlandığı görülmektedir. Ancak Resmi Gazetede yayınlanan metinde Türk Hükümeti’nin Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine daha sonra bildirmiş olduğu çekincelere yer verilmemiştir. İç hukuk bakımından Sözleşme’ye taraf olma prosedürü içinde çekincelerden söz edilmemiş olduğundan dolayı Sözleşme iç hukuk açısından çekincesiz olarak yürürlüğe girmiştir.
Sözleşme’nin iç hukukumuz bakımından yürürlüğe girmesinde izlenmiş olan prosedür:
– 11 Haziran 1985 tarih ve 3232 sayılı “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ne Katılımın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” çıkarılmıştır (RG. 25.6.1985, S.18792).
Bu kanuna göre:
Madde 1. “1 Mart 1980 tarihinden itibaren devletlerin imzasına açılan ve 3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe giren Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine katılma uygun bulunmuştur.”
Madde 2. “Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.”
Madde 3. ” Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.”
– 24 Temmuz 1985 tarih ve 9722 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla Sözleşme’ye katılma onaylanmıştır.
Bakanlar Kurulu kararında belirtildiği gibi:
“11 Haziran 1985 tarih ve 3232 sayılı Kanunla katılmamız uygun bulunan 1 Mart 1980 tarihinde imzaya açılan ve 3 Eylül 1981 ‘de yürürlüğe giren Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ne katılmamızın onaylanması, Dışişleri Bakanlığı’nın 28/6/1985 tarih ve ÇTIG/CTUK-721-701-30-2672-3525 sayılı yazısı üzerine 31/5/1963 tarihli ve 244 sayılı Kanunun 3. maddesine göre Bakanlar Kurulunca 24/7/1985 tarihinde kararlaştırılmıştır. ”
– Sözleşme’nin iç hukuk açısından hüküm doğurabilmesi için gerekli olan işlemler Sözleşme’ye katılımın onaylanmasına ilişkin yukarıda yazılı Bakanlar Kurulu kararının Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla ve Sözleşme’nin Türkçe ve İngilizce metinlerine de yer verilerek 14 Ekim 1985 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanmasıyla tamamlanmıştır (RG.14 Ekim 1985, S.18898)). Daha önce de açıkladığımız gibi, Resmi Gazetede Sözleşme’ye çekince konulduğuna dair herhangi bir açıklama yoktur. Böylece, 27. maddenin 2. fıkrası gereğince katılım belgesinin 20 Aralık 1985 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine tevdi edilmesini izleyen otuzuncu gün olan 19 Ocak 1986 tarihinde Sözleşme Türkiye’de hem uluslararası hukuk hem de iç hukuk bakımından yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Resmi belgelerde görüldüğü üzere, Sözleşme uluslararası hukuk bakımından çekinceli olarak, iç hukuk bakımından ise çekincesiz olarak yürürlüğe girmiştir.
b) Türkiye’nin Sözleşme’ye Koyduğu Çekinceler
Bir devletin çok taraflı uluslararası sözleşmeleri onaylarken, sözleşmenin bazı hükümleriyle bağlı olmak istemediğini belirtmek üzere tek taraflı bildirimle çekince koyması mümkündür. Ancak, bunun için, Sözleşme’de çekince konulmasının yasaklanmamış olması veya çekincenin sözleşmenin amaç ve hedefine ters düşmemesi gerekir.
Türkiye, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ne katılması sırasında, Türk Medeni Kanun’un evlilik ve aile ilişkilerini düzenleyen bazı hükümleri ile çelişmesi nedeniyle Sözleşme’nin 15/2-4; 16/1-c,d,f,g maddelerine ve uluslararası tahkim konusunda 29/1. maddesine çekince koymuş ve 9/1 maddesine Türk Vatandaşlık Kanunu ile bağdaşmadığı için beyanda bulunmuştur. Bu çekincelerin Birleşmiş Milletlere bildiriminde usulüne uygun hareket edildiği halde iç hukukumuz açısından bu husus gözardı edilmiştir. Kanımca, bu eksiklik Sözleşme’ye katılmadaki zamanlamadan kaynaklanmış bulunmaktadır. Çünkü Sözleşme 3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe girmişti ve 1985 yılına kadar Türkiye Sözleşme’ye taraf olmak için henüz harekete geçmemişti. Ama 15-26 Temmuz 1985 tarihlerinde Nairobi’de yapılacak olan 3. Dünya Kadın Konferansına katılırken, ülkelerin “Eşitlik, Kalkınma ve Barış” konularında yaptıklarının değerlendirileceği ve Sözleşme’ye taraf olma konusunun gündeme getirileceği bilindiğinden, Konferans’tan bir ay önce alelacele 11 Haziran 1985′de Sözleşme’ye katılımın uygun bulunmasına dair Kanun çıkarılmıştır. Daha önce belirttiğimiz gibi, Sözleşme’ye katılma belgesi 20 Aralık 1985 tarihinde sözkonusu çekincelerle birlikte BM Genel Sekreterine tevdi edilmiştir. Bu çekincelere ilişkin ayrıntıları iç hukuk gereğince düzenlenen belgelerden değil, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Kaldırılması Komitesi’ne sunulan dönemsel Ülke Raporları’ndan19 öğreniyoruz.
aa) Çekince Konulan Maddeler ve Çekince Konulmasının Gerekçeleri
Sözleşme Madde 9/1: ” Taraf devletler, tabiiyetin kazanılmasında, değiştirilmesinde veya muhafazasında kadınlara erkekler ile eşit haklar tanıyacaklar ve özellikle bir yabancıyla evlenmenin veya evlilik sırasında kocanın tabiiyetini değiştirmesinin, kadının da otomatik olarak tabiiyet değiştirmesine, tabiiyetsiz kalmasına veya kocanın tabiiyetini zorla almasına yol açmamasını temin edecektir.”
Bu madde’ye “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Sözleşme’nin bu maddesinin Türk Vatandaşlık Kanunu’nun vatansızlığın önlenmesi amacını güden 5/1; 15 ve 17. maddeleri hükümleri ile çeliştiği şeklinde bir yorumu kabul etmez” şeklinde beyanda bulunmuştur.
Sözleşme Madde 15/2: “Taraf devletler medeni haklar bakımından kadınlara erkeklerinkine benzer hukuki ehliyet ve ehliyeti kullanmak için eşit fırsatlar tanıyacaklardır. Özellikle kadınlara akit yapmada ve mülk idaresinde eşit haklar verecekler ve mahkemelerde davaların her aşamasında eşit muamele edeceklerdir.”
Sözleşmenin bu maddesine Medeni Kanun’un 154, 155, 159 (159 md.Anayasa Mahkemesince 1990 yılında iptal edilmiştir) ve 169 maddeleriyle uyum sağlamadığı gerekçesiyle çekince konulmuştur. Acaba siyasi iradenin koyduğu çekince, ülkemizde medeni haklar bakımından kadınlara erkeklerle eşit hukuki ehliyet ve ehliyeti kullanmada fırsat eşitliği tanınmak istenmediği anlamına mı gelmektedir? Nüfusumuzun yarısını oluşturan kadınların bütün istek ve çabalarına rağmen20 Medeni Kanun’da bugüne kadar günümüz koşullarına uygun olarak değişiklik yapılmamış kadın ile erkeğin eşit haklara sahip olmaları ilkesinin yaşama geçirilmemiş olması, hazırlanan Medeni Kanun Tasarıları’nın bir türlü TBMM Genel Kuruluna ulaşamamış olması, bu sorumuzun yanıtını vermektedir.
Sözleşme Madde 15/4: ” Taraf devletler, kadın ve erkeğe hukuki olarak ikametgâh seçme ve nakletmekte eşit haklar tanıyacaktır.”
Sözleşme’nin bu maddesine çekince konulmasının nedeni, yürürlükteki Medeni Kanun’un 152. maddesinin ” koca ailenin reisidir. Evin intihabı ona aittir.” ve ayrıca MK.nun 21. maddesinin ” Evli kadının ikametgâhı kocanın ikametgâhıdır” hükümleridir ve herhalde bir anlamda da bu hükümlerin değiştirilmek istenmemesindeki kararlılıktır.
Sözleşme Madde 16/1-c: “Taraf devletler kadınlara karşı evlilik ve aile ilişkileri konusunda ayrımı önlemek için gerekli bütün önlemleri alacaklar ve özellikle kadın erkek eşitliği ilkesine dayanarak kadınlara aşağıdaki hakları sağlıyacaklardır:
Evlilik süresince ve evliliğin son bulmasında kadın ve erkeğe eşit hak ve sorumluluklar”
Medeni Kanun’un başlıca 21, 98, 152, 154, 155, 158, 169, 170, 163, 281. maddelerinin Sözleşme’yle bağdaşmaması nedeniyle çekince konulmuştur.
Sözleşme Madde 16/ 1-d: “Medeni durumlarına bakılmaksızın, çocuklarla ilgili konularda ana ve babanın eşit hak ve sorumlulukları tanınacak, ancak her durumda çocukların menfaatleri en ön planda gözetilecektir.”
Sözleşme’nin bu maddesine MK. 263. maddesinde velâyet konusunda babanın reyine üstünlük tanınması ve ayrıca MK. 281, 292, 302. maddeleri gereğince çekince konulmuştur.
Sözleşme Madde 16/ 1-f : ” Her durumda çocukların çıkarı en üst düzeyde tutularak ulusal yasalarda mevcut veli, vasi, kayyum olma ve evlât edinme veya benzeri müesseselerde eşit hak ve sorumluluklar sağlanacaktır.”
Medeni Kanun’un özellikle 255 ve 263. maddeleri nedeniyle Sözleşme’nin bu maddesine çekince konulmuştur.
Sözleşme Madde 16/ 1-g: “Aile adı, meslek ve iş seçimi dahil karı ve koca için eşit kişisel haklar”
Medeni Kanun’un 153. maddesinde aile adı konusunda kocaya üstün hak veren21 ve 159. maddesinin karının çalışması için kocanın iznini gerekli gören hükümleri nedeniyle Sözleşme’nin bu maddesine çekince konulmuştur. Ancak bilindiği gibi 159. maddedeki eşitliğe aykırı hüküm 1990 yılında Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş, 153. maddedeki aile adı hükmünde ise 1997 yılında eşitliğe doğru bir adım sayılan kanun değişikliği yapılmıştır. Sözleşmenin evli kadının eşit haklardan yararlanmasını öngören maddelerine konulmuş olan çekinceler, aslında “kadınlara karşı ayrım” tanımında (md.1) yer alan medeni durumlarına bakılmaksızın kadın erkek eşitliğinin sağlanması amacına aykırıdır.
Sözleşme Madde 29/1: “İki veya daha fazla devlet arasında işbu sözleşmenin yorum veya uygulanmasından doğan ve müzakere ile çözümlenemeyen herhangi bir uyuşmazlık, birinin talebiyle hakem kuruluna götürülecektir. Taraflar tahkimname tarihinden itibaren 6 ay içinde hakem kurulunun teşekkül tarzında anlaşmazlarsa taraflardan herhangi biri uyuşmazlığı Uluslararası Adalet Divanı’na divan statüsü gereğince götürebilir.”
Sözleşme’nin 29/1. maddesine yargı bağımsızlığımızı zedeyeceği düşüncesiyle çekince konulmuştur. Uluslararası tahkimle ilgili 29. md.ye konmuş olan çekince konusuna aşağıda “çekincelerin kaldırılması”nı incelerken değineceğiz.
bb) Çekincelerin Kaldırılması
Çekincelerin kaldırılmasında izlenecek prosedür konulmasında izlenenin aynıdır. Türkiye, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşme’sine 20 Aralık 1985 tarihinde Sözleşme’ye katılma belgesini Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine tevdi ederken koymuş olduğu çekinceleri, yine Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine tevdi ettiği Dışişleri Bakanlığının 29 Haziran 1999 tarihli yazısıyla kaldırmıştır.
Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasi İşler Genel Müdürlüğü’nün 29 Haziran 1999 tarihli yazısı ile Sözleşme’nin 15/ 2-4 ve 16/1-c,d,f,g maddeleri üzerindeki çekincelerin kaldırılmış olduğu; Sözleşme’nin 9. maddesinin 1. fıkrasına Türk Vatandaşlık Kanunu bakımından ülkemizce bulunulmuş olan beyanın ve 29. maddesinin 1. fıkrasına konulan çekincenin devam ettiği teyit edilmiştir. Dışişleri Bakanlığının söz konusu yazısı Birleşmiş Milletler nezdindeki Daimi Temsilciliğimiz aracılığıyla Birleşmiş Genel Sekreterliğine bir nota ile bildirilmiştir. Görüldüğü gibi, uluslararası hukuk bakımından çekincelerin kaldırılmasına ilişkin izlenen prosedür usulüne uygundur. İç hukuk bakımından ise, çekincelerin kaldırılmasına ilişkin ayrıca yapılması gereken bir işlem yoktur. Çünkü bilindiği gibi, Sözleşme’ye katılımın gerçekleşmesi için yapılan hiçbir aşamada çekincelere değinilmemiştir. Resmi Gazetede de Sözleşme çekincesiz olarak yayınlanmıştır. Dolayısiyle iç hukuk kuralları ve uygulaması açısından çekincelerin kaldırılması için herhangi bir işlem yapılmasına gerek yoktur.
Türkiye, Sözleşme’nin 18. maddesi gereğince dört yılda bir hazırladığı Ülke Raporlarında her defa çekincelerin kaldırılacağı taahhüdünde bulunmuştur. Ayrıca, 1995′de Pekin’de toplanan 4. Dünya Kadın Konferansında çekincelerin 2000 yılına kadar kaldırılacağını taahhüt etmiştir. Yapılan bu resmi taahhütlerin Türkiye’yi itibar açısından bağlayıcı niteliği göz ardı edilemez.
Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Kaldırılması Komitesi’nin Temmuz 1998′de yapılan 20. Olağan Oturumunda, Sözleşme’nin özellikle 2. ve 16. maddelerine konulan çekincelerin Sözleşme’nin ruhuna aykırı düştüğü ileri sürülerek, bu maddelere çekince koyan ülkelerin bu çekinceleri ivedilikle kaldırmaları gerektiği vurgulanmıştır.22
Medeni Kanun’un 159. maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş olması ve 153. maddesinde yapılan değişiklik ve özellikle geçtiğimiz yıl TBMM gündemine giren Medeni Kanun Tasarısı’nda kadın erkek eşitliğinin büyük ölçüde sağlanmış olması, ayrıca uluslararası alanda izlenen eşitlikçi politikaların yansıması çekincelerin kaldırılması için uygun bir ortam oluşturmuştur. Bütün bu gelişmeler Sözleşme’nin 15/2-4 ve 16/1-c,d,f,g maddelerine konulmuş olan çekincelerin kaldırılmasında etkili olmuştur.
Bilindiği gibi, Tasarı 22 Kasım 2001 de kabul edilerek yeni Medeni Kanun 1 Ocak 2002 tarihinde yüyrürlüğe girmiştir.
Ancak, BM Genel Sekreterliğine çekincelerin kaldırılmasına ilişkin gönderilen 29 Haziran 1999 tarihli yazıda yer alan “uluslararası tahkime ve uluslararası Adalet Divanı’nın yargı yetkisine ilişkin 29. maddenin 1. fıkrasına konulmuş olan çekincenin mevcudiyetini sürdürdüğü hususu teyid edilmiştir” şeklindeki bildirimin haklı bir gerekçesi olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Kişiler arası özel yaşam ilişkilerinde Sözleşme’nin yorum ve uygulanmasından doğan ve müzakere ile çözümlenemeyen bir uyuşmazlığın, örneğin aile adı, ya da boşanma sonucunda eşlerin hakları gibi konularda, uluslararası tahkimin kabul edilmeyerek Sözleşme’nin 29/1. maddesindeki çekincenin devam ettirilmesi, ama buna karşılık aynı tarihlerde ekonomik alanda uluslararası tahkimin büyük bir kararlılıkla savunulması, siyasi iradenin içine düştüğü çelişkiyi sergilemektedir.
Ne yazıkki, ekonomik çıkar guruplarının baskısıyla kamu hizmetlerine ilişkin imtiyaz sözleşmelerinde uluslararası tahkim yoluna bir gecede Anayasa’yı değiştirerek23 cevaz verenler, sosyal konularda, kişisel hak ve özgürlüklerde aynı kararlılığı gösteremeyip, özellikle kadın haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmelerdeki tahkime koymuş oldukları çekincenin devamında ısrarlı olabilmektedirler. Siyasilerin bu çelişkili tutumları gözlerden kaçmamaktadır. Bu çelişki, ayrıca demokrasi sözcüğünü ağızlarından düşürmeyen politikacıların kadın sorunlarına ne denli ilgisiz ve bu konuda ne denli içtenlikten yoksun olduklarını da göstermektedir24.
Ancak 2. Anayasa değişikliği paketiyle AB’ne uyum sürecinde Anayasanın 41. maddesinde değişiklik yapılmış ve “Aile toplumun temelidir” kuralına “eşler eşit haklara sahiptirler” cümlesi eklenmiştir.
c) Sözleşme’nin Ülkemizde Yürürlüğe Girmesinden Sonra Görülen Gelişmeler
Ülkemizde Cumhuriyetin kuruluşunu izleyen ilk on yılda Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen devrimler, bir yandan modern bir devlet örgütünün kurulmasını, diğer yandan Türk toplumunun yeniden yapılandırılmasını sağlamıştır. Atatürk devrimlerinin Türk kadınını doğrudan etkileyenleri ise, dünya ülkeleri arasında yaşanan en çarpıcı ve en kararlı değişime örnek olarak gösterilmektedir. 1926′da Medeni Kanun’un kabul edilmesi ve 1934 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi ve 1935 yılında yapılan seçimlerde (günümüzde “kota” olarak adlandırılan, 1981 de yürürlüğe giren Sözleşme’nin 4. maddesinde “geçici ve özel önlemler” kapsamında öngörülen) kadınların TBMM’ye seçilmesi için öncelik verilmesi gibi, yasalarda ve bunların yaşama geçirilmesinde kadın erkek eşitliği sağlanması yolundaki çalışmalar daha sonra uzun yıllar ne yazıkki ihmal edilmiştir.
Bu nedenle, kadın haklarının geliştirilmesi amacıyla kabul edilen Uluslararası Sözleşmelere ülkemizin taraf olması eşitlikçi politikaların yeniden gözönüne alınması açısından önem taşımaktadır.
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin ülkemizde yürürlüğe girmesinden sonra kadına yönelik özel politikalar oluşturulmasına hız verildiği, ulusal mekanizmaların kurulduğu, kadın araştırmalarının akademik alanda ivme kazandığı, kadın kuruluşlarının işbirliği yaparak daha etkili bir baskı grubu oluşturduğu görülmektedir. Bu gelişmelerin bazılarına ayrıntıya girmeden satır başlarıyla değinecek olursak;
– Beş Yıllık Kalkınma Planları çerçevesinde kadın
politikaları geliştirmek amacıyla ulusal mekanizma olarak Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü kuruldu (1990). Ancak KSSGM’nin kuruluşuna ilişkin yetki Kanunu’nun iptali nedeniyle bugün hala yasal dayanağını oluşturan Teşkilât Yasası’nın çıkarılamamış olması büyük eksikliktir.
– Devlet Bakanlıklarından biri Kadından Sorumlu olarak görevlendirildi.
– Üniversiteler bünyesinde Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezleri ve yüksek lisans eğitimi verilen Ana Bilim Dalları kuruldu.25
– İllerde Kadın Birimleri kurulmaya başlandı.
– Başbakan, Bakan, Vali, Emniyet Müdürü olan kadınlar karar mekanizmalarında yer aldılar.
– Devlet İstatistikleri arasında Kadın İstatistikleri yayınlandı.
– Yeterli sayıda olmasa da Kadın Sığınma Evleri açıldı.
– Cinsiyete dayalı ayrımcılığı önlemek üzere yasalarda kapsamlı değişiklikler yapılması gündeme getirildi ve TMK. 159; TCK. 438; TCK. 440-441. maddeler kadın erkek eşitliğine aykırı oldukları için Anayasa Mahkemesince iptal edildi.
– Kadına yönelik şiddete karşı yasal düzenleme yapıldı, 1998 tarihinde 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun çıkarıldı.
– Kadın hakları konusunda çalışan kuruluşların işbirliği güçlendirildi (örneğin İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği ve Türkiye Baroları Kadın Hakları Komisyonları işbirliğini oluışturan TÜBAKKOM gibi).
– Kadın Eserleri Kütüphanesi ve bilgi merkezi açıldı.
– Kadınların okuryazarlığının % 100 oranına çıkarılması için kurslar açıldı.
– Anayasa’nın 41. maddesinde Ekim 2001 de yapılan
değişiklikle “ailede eşlerin eşit haklara sahip oldukları
kabul edildi.
– 22 Kasım 2001 de Yeni Medeni Kanun kabul edildi ve 1 Ocak 2002 de yürürlüğe girdi.
Yukarıda örnek olarak değindiğimiz gelişmeler, bu konularda yapılan çalışmaların yaygınlaştırılmasına, bu konularda çok sayıda kitap ve dergi yayınlanmasına, kadın sorunları konusunda toplumsal duyarlılığın arttırılmasına, kadınların kendileri ile ilgili konularda alınan kararlardan haberdar olmasına ve böylece kadının statüsünün yükseltilmesine katkıda bulunmaktadır.